Gaziantep’e gittim, gezdim gördüm demeye bir gün yetmez sanırım ama vaktimiz kısıtlıydı, kendimize bir hoşluk yaptık günübirlik gittik. Özge’nin bana doğum günü jestiydi bu güzel gezi. Tadı damağımızda kaldı. Zaten Antep’te her şey insanın damağında iz bırakır derlerdi, doğruymuş.
Sabah gidip akşam uçağıyla döndüğümüz Gaziantep hava limanı oldukça küçük aslında. Havaş’ ı kullanarak 10 TL bedelle şehir içine gidebilir, birkaç gün kalacaksanız araç kiralayabilir, ya da 25 kilometrelik merkeze olan mesafesini taksi ile kat edebilirsiniz. Taksi le ulaşım 50-55 TL civarında. Antep rehberimiz de Özge. “Sen hiçbir şeye karışma, planı ben yapacağım.” dediği için kendimi ona emanet ediyorum. Rotayı planlamış, seveceğimiz durak noktalarını belirlemiş.
Yemeden içmeden Antep olur mu? Sabahın erken saatinde kahvaltıyı hayal bile edemeyeceğim bir şekilde yapıyorum. “Beyran mı yoksa Katmer mi, sen seç!” diyor. Beyran yerel halkın pirinçli, sarımsaklı, iç yağı bol, etli bir çorbası aslında. Sabah kahvaltıda çorba içemem desem de, öğreniyorum ki zaten Beyran öğleden sonraya kalmıyor! Bir gün önce yenen kebapların, içilen ayranların, ezmelerin, bol baharatlı ve biberli yemeklerin sindirimi için Antep’ller bu çorbayı tercih ediyor. Ben tercihimi Katmer’den yana kullanıyorum. İlk vardığımız nokta da Katmerci Zekeriya Usta.
katmer-dorikus
Zekeriya Usta’nın oğlu iş başında, gencecik katmer ustaları yetiştiriyor. Yaşları 11-12 daha! Hamurunu açıyor, havaya fırlatıyor, çeviriyor ve fırına veriyorlar, ellerindeki mahareti görmeniz lazım. Kaymak, yufka ve Antep fıstığyla yapılan bu tatlı bizim için tatlı olabilir ama onlar için güne başlama öğünü. Çok şanslıyız ki gözümüzün önünde yapılıyor, taş fırına atılıyor. Çıktığında çıtır kıtır bir gözlemeye benziyor. Bir tanesini yiyemem sanıp, önce ortaklaşa bir katmer söylüyor, sonra ikinciyi mideye indiriyoruz. Yanına 2 çay istemiştik ama Katmerci Zekeriya Usta “Bizde çay yok, sadece katmer yapılır.” diyor, sonra da misafirperverliğini gösterip ekliyor. “Yandaki çay ocağından size iki çay söylerim. “ Çaylar geliyor, Özge bana kulaklıktan Antep türküleri açıyor. Kıkırdayarak dinliyor, içimizden gelen göbek atma isteğini bastırıp yola koyuluyoruz.
“Özge Allah aşkına hem gezelim görelim, hem de yeme içme keyfini araya sıkıştıralım.” diyorum, onun da sıradaki planı Zeugma Mozaik Müzesi. MÖ 300’de Büyük İskender tarafından yapılan Antik Kent’e ait ilk kazılar sonucunda gün ışığına çıkarılması yıllar almış, 2011 yılında Antep’te açılan ve 2015’te yaklaşık 2700 metrekarelik mozaik, duvar resimleri, 4 adet çeşme, lahitler, sütunlar ve mimari parçalardan oluşan farklı sergileriyle, 3 büyük binasıyla dünyanın en büyük mozaik müzesi ünvanını almış. Baharda giderseniz akşam 19.00’e dek, Kasım-Mart ayları arasında ise 17.00’e dek açık olduğundan günün ilk gezisini buraya yapmayı tercih ettik. İlk katta gördüğümüz sunaklara, Roma döneminden kalma banyolara, ikiz villalar diye isimlendirilen Poseidon ve Euphrates villalarına , Dionysos’un çalınan düğün sahnesine ait gösterilen lazer uygulamasına, yer mozaiğinde gölün içinde sağa sola kaçan balıklara ait lazer gösterimine bayıldım. Teknoloji ile tarihi birleştirmeleri harika olmuş. Çocukların da gezerken ilgisini çekeceğine eminim. Duvarlarındaki mozaik yapıştırmalara elini değdirerek o çağlara geri dönmek istiyor insan, ama müze görevlileri haklı olarak uyarıyor, kültür mirasını korumak istiyorlar. İkinci kata çıktığınızda yukarıdan aşağıya mozaik tabanların görüntüsü de muhteşem! Fotoğraf çekme izniniz var ancak sessiz olmak ve flaş kullanmamak şartıyla.
zeugma-mozaik-muzesi-dorikus
Üst kattaki bir başka güzellik ise ünlü Çingene Kızı mozaiği. Mozaik içi karanlık ve labirent gibi tasarlanmış bir odada sergileniyor. Gözlerine bakmak için odanın hangi açısında olduğunuzun bir önemi yok, neresinden bakarsanız bakın aynı noktaya ulaşıyorsunuz. Gerçekten büyüleyici. Çıkışta müzenin önündeki hediyelik eşya dükkanına giriyor, turistik fiyatlar olduğunu bilmeme rağmen şehrin sembolü kabul edilen müzenin ve Çingene kızının magnetlerinden, küçük temalı defterlerden, kartpostallardan alıyorum. Şehir ekonomisine katkıda bulunmak da lazım, değil mi?
Sonraki durağımız şehir merkezi ve meşhur Bey Mahallesi. Antep’in tarihi ve restore edilen konaklarının arasında dolaşmak, sokaklarında kaybolmak, taş yapıların önünde fotoğraf çekmek istiyoruz. Taş konakların bazıları butik otel, bazıları kafe restoran olmuş, bazılarında ise halen yaşam sürüyor. Etnoğrafya Müzesi, Bey Camii, Oyuncak Müzesi bu alanda gezip göreceklerimiz arasında. Bu bölgeyi taksi ile ya da başka bir araçla gezmek mümkün değil, yürümeniz gerekiyor. Daracık sokaklarında yürüdükçe bir film platosunu geziyor gibi insan. Bazı Türk dizilerinin de bu bölgede çekildiğini anımsıyorum.
bey-mahallesi-antep
Öğle yemeği saati geldi diyor Özge, elinde Halil Usta’nın adresi. İmam Çağdaş da meşhur orası ne olacak diyorum. Önce Halil’de kebap yemeye, sonra yer kalırsa İmam Çağdaş’ta lahmacun tüketmeye karar veriyoruz. Bakır bardakta gelen açık ayranı, küşlemesi, kıyma kebabı derken ortaklaşa tadarak yediklerimizi paylaşıyoruz. Nane, nar ekşisi, domates, sumak dolu salatasına ekmek banıyoruz, suyunu kafaya dikip içecek durumdayız. Bilmiyorum bize ne oldu? Hani yer kalmayacaktı? Birden kendimi çok obur hissediyorum ama Halil’de yediğimiz kebaplardan sonra o his kayboluyor.
antep-kebabi-halil-usta
Yürüyüşle biraz kendimize gelelim diye hanlar şehrinde, çarşılara dalıyoruz. Almacı ( ya da Elmacı ) Pazarı’ nda dolmalık biberler, kuru patlıcan ve domatesler, salçalar, renk renk baharatlar, ezmeler bizi bekliyor. Bazılarından sırt çantamıza, bazılarından el torbamıza alıyoruz. İstanbul’a dönüşte mutfaklar şenlenecek.
Hemen yakınındaki Bakırcılar Çarşısı’nda eski bakır ustaları çalışıyor halen. Bakırı nasıl dövdüklerini, çelik ya da demirden hassas ama incelikle işlenen bu metali nasıl tepsilere, bardaklara, sinilere dönüştürdüklerini vakit ayırıp izliyorum, Emrullah Usta’dan birkaç kare fotoğraf için izin de alıyoruz.
almaci-carsisi-dorikus
bakircilar-carsisi-dorikus
Zincirli Bedesten Han’da renkli boncuklardan ve taşlardan yapılma tesbihler, dokuma işleri, ipekliler, şallar, aksesuarlar gözümüzü alıyor. Halen çeyizlik alışveriş yapanların gelip gezdiği bir mekan. Fotoğraf çekmeye doyamıyorum, birbirinin benzeri gibi kareler ama hepsinde ayrı bir renk, ayrı bir güzellik var.
İmam Çağdaş’ta bir kıtır lahmacunu da mideye indirdikten sonra tatlı niyetine baklavası meşhur Koçak Baklava ve şöbiyeti meşhur Zeki İnal’a düşüyor yolumuz. Özge baklavacı, ben şöbiyet sever. Yeme faslını kapatmamız lazım yoksa bir günde 2 kilo alıp döneceğiz eve. Bu esnada hiç kahve içmediğimizi fark ediyoruz. Daha vakit var, meşhur Tahmis Kahvesi’ni de görmeden dönmeyiz. İsteyenler nargile içiyor, isteyenler okey ya da tavla oynuyor. Gece 12’ye dek açık, sosyal bir buluşma ortamı adeta. Menengiç kahvesi pek meşhur, sorarsan Dibek kahvesi de öneriyorlar. Bir de zahter çayı var ki onun içeriğini duymuş olmama rağmen denemeye mecalim kalmıyor. Antep’e bir gün yetmez, iki gün lazım diye mırıldanıyorum. Zahter bitkisi adı verilen bir bitkinin sıcak suya demlendiği , sindirimi kolaylaştıran bir çay. Aslında bana tam da o an lazım olan şeymiş ama bir dahaki sefere artık…
tahmis-kahvesi-dorikus
Buraya gelip de göremediklerim de var elbette. Daha çok yeme içme gezisi, yanına tarihi kültür yürüyüşü gibi oldu bu sefer. Bir dahaki geziye ;
– Yaklaşık 300’den fazla çeşidin olduğu Gaziantep mutfak yemeklerini anlatan Emine Göğüş Mutfak Müzesi’ni,
– Fırat nehrinin kenarındaki Rumkale’yi,
– Büyük Antep Kalesi’ni,
– Medusa Cam Eserleri Müzesi’ni bırakıyorum.