Gaziantep gezisi

Gaziantep’e gittim, gezdim gördüm demeye bir gün yetmez sanırım ama vaktimiz kısıtlıydı, kendimize bir hoşluk yaptık günübirlik gittik. Özge’nin bana doğum günü jestiydi bu güzel gezi. Tadı damağımızda kaldı. Zaten Antep’te her şey insanın damağında iz bırakır derlerdi, doğruymuş.

Sabah gidip akşam uçağıyla döndüğümüz Gaziantep hava limanı oldukça küçük aslında. Havaş’ ı kullanarak 10 TL bedelle şehir içine gidebilir, birkaç gün kalacaksanız araç kiralayabilir, ya da 25 kilometrelik merkeze olan mesafesini taksi ile kat edebilirsiniz. Taksi le ulaşım 50-55 TL civarında. Antep rehberimiz de Özge. “Sen hiçbir şeye karışma, planı ben yapacağım.” dediği için kendimi ona emanet ediyorum. Rotayı planlamış, seveceğimiz durak noktalarını belirlemiş.

Yemeden içmeden Antep olur mu? Sabahın erken saatinde kahvaltıyı hayal bile edemeyeceğim bir şekilde yapıyorum. “Beyran mı yoksa Katmer mi, sen seç!” diyor. Beyran yerel halkın pirinçli, sarımsaklı, iç yağı bol, etli bir çorbası aslında. Sabah kahvaltıda çorba içemem desem de, öğreniyorum ki zaten Beyran öğleden sonraya kalmıyor! Bir gün önce yenen kebapların, içilen ayranların, ezmelerin, bol baharatlı ve biberli yemeklerin sindirimi için Antep’ller bu çorbayı tercih ediyor. Ben tercihimi Katmer’den yana kullanıyorum. İlk vardığımız nokta da Katmerci Zekeriya Usta.

katmer-dorikus

Zekeriya Usta’nın oğlu iş başında, gencecik katmer ustaları yetiştiriyor. Yaşları 11-12 daha! Hamurunu açıyor, havaya fırlatıyor, çeviriyor ve fırına veriyorlar, ellerindeki mahareti görmeniz lazım. Kaymak, yufka ve Antep fıstığyla yapılan bu tatlı bizim için tatlı olabilir ama onlar için güne başlama öğünü. Çok şanslıyız ki gözümüzün önünde yapılıyor, taş fırına atılıyor. Çıktığında çıtır kıtır bir gözlemeye benziyor. Bir tanesini yiyemem sanıp, önce ortaklaşa bir katmer söylüyor, sonra ikinciyi mideye indiriyoruz. Yanına 2 çay istemiştik ama Katmerci Zekeriya Usta “Bizde çay yok, sadece katmer yapılır.” diyor, sonra da misafirperverliğini gösterip ekliyor. “Yandaki çay ocağından size iki çay söylerim. “ Çaylar geliyor, Özge bana kulaklıktan Antep türküleri açıyor. Kıkırdayarak dinliyor, içimizden gelen göbek atma isteğini bastırıp yola koyuluyoruz.

“Özge Allah aşkına hem gezelim görelim, hem de yeme içme keyfini araya sıkıştıralım.” diyorum, onun da sıradaki planı Zeugma Mozaik Müzesi. MÖ 300’de Büyük İskender tarafından yapılan Antik Kent’e ait ilk kazılar sonucunda gün ışığına çıkarılması yıllar almış, 2011 yılında Antep’te  açılan ve 2015’te yaklaşık 2700 metrekarelik mozaik, duvar resimleri, 4 adet çeşme, lahitler, sütunlar ve mimari parçalardan oluşan farklı  sergileriyle, 3 büyük binasıyla dünyanın en büyük mozaik müzesi ünvanını almış. Baharda giderseniz akşam 19.00’e dek, Kasım-Mart ayları arasında ise 17.00’e dek açık olduğundan günün ilk gezisini buraya yapmayı tercih ettik. İlk katta gördüğümüz sunaklara, Roma döneminden kalma banyolara, ikiz villalar diye isimlendirilen Poseidon ve Euphrates villalarına , Dionysos’un çalınan düğün sahnesine ait gösterilen lazer uygulamasına, yer mozaiğinde gölün içinde sağa sola kaçan balıklara ait lazer gösterimine bayıldım. Teknoloji ile tarihi  birleştirmeleri harika olmuş. Çocukların da gezerken ilgisini çekeceğine eminim. Duvarlarındaki mozaik yapıştırmalara elini değdirerek o çağlara geri dönmek istiyor insan, ama müze görevlileri haklı olarak uyarıyor, kültür mirasını korumak istiyorlar.  İkinci kata çıktığınızda yukarıdan aşağıya mozaik tabanların görüntüsü de muhteşem! Fotoğraf çekme izniniz var ancak sessiz olmak ve flaş kullanmamak şartıyla.

zeugma-mozaik-muzesi-dorikus

Üst kattaki bir başka güzellik ise ünlü Çingene Kızı mozaiği. Mozaik içi karanlık ve labirent gibi tasarlanmış bir odada sergileniyor. Gözlerine bakmak için odanın hangi açısında olduğunuzun bir önemi yok, neresinden bakarsanız bakın aynı noktaya ulaşıyorsunuz. Gerçekten büyüleyici. Çıkışta müzenin önündeki hediyelik eşya dükkanına giriyor, turistik fiyatlar olduğunu bilmeme rağmen şehrin sembolü kabul edilen müzenin ve Çingene kızının magnetlerinden, küçük temalı defterlerden, kartpostallardan alıyorum. Şehir ekonomisine katkıda bulunmak da lazım, değil mi?

Sonraki durağımız şehir merkezi ve meşhur Bey Mahallesi. Antep’in tarihi ve restore edilen konaklarının arasında dolaşmak, sokaklarında kaybolmak, taş yapıların önünde fotoğraf çekmek istiyoruz. Taş konakların bazıları butik otel, bazıları kafe restoran olmuş, bazılarında ise halen yaşam sürüyor. Etnoğrafya Müzesi, Bey Camii, Oyuncak Müzesi bu alanda gezip göreceklerimiz arasında. Bu bölgeyi taksi ile ya da başka bir araçla gezmek mümkün değil, yürümeniz gerekiyor. Daracık sokaklarında yürüdükçe bir film platosunu geziyor gibi insan. Bazı Türk dizilerinin de bu bölgede çekildiğini anımsıyorum.

bey-mahallesi-antep

Öğle yemeği saati geldi diyor Özge, elinde Halil Usta’nın adresi. İmam Çağdaş da meşhur orası ne olacak diyorum. Önce Halil’de kebap yemeye, sonra yer kalırsa İmam Çağdaş’ta lahmacun tüketmeye karar veriyoruz. Bakır bardakta gelen açık ayranı, küşlemesi, kıyma kebabı derken ortaklaşa tadarak yediklerimizi paylaşıyoruz. Nane, nar ekşisi, domates, sumak dolu salatasına ekmek banıyoruz, suyunu kafaya dikip içecek durumdayız. Bilmiyorum bize ne oldu? Hani yer kalmayacaktı? Birden kendimi çok obur hissediyorum ama Halil’de yediğimiz kebaplardan sonra o his kayboluyor.

antep-kebabi-halil-usta

Yürüyüşle biraz kendimize gelelim diye hanlar şehrinde, çarşılara dalıyoruz. Almacı ( ya da Elmacı ) Pazarı’ nda dolmalık biberler, kuru patlıcan ve domatesler, salçalar, renk renk baharatlar, ezmeler bizi bekliyor. Bazılarından sırt çantamıza, bazılarından el torbamıza alıyoruz. İstanbul’a dönüşte mutfaklar şenlenecek.

Hemen yakınındaki Bakırcılar Çarşısı’nda eski bakır ustaları çalışıyor halen. Bakırı nasıl dövdüklerini, çelik ya da demirden hassas ama incelikle işlenen bu metali nasıl tepsilere, bardaklara, sinilere dönüştürdüklerini vakit ayırıp izliyorum, Emrullah Usta’dan birkaç kare fotoğraf için izin de alıyoruz.

almaci-carsisi-dorikus

bakircilar-carsisi-dorikus

Zincirli Bedesten Han’da renkli boncuklardan ve taşlardan yapılma tesbihler, dokuma işleri, ipekliler, şallar, aksesuarlar gözümüzü alıyor. Halen çeyizlik alışveriş yapanların gelip gezdiği bir mekan. Fotoğraf çekmeye doyamıyorum, birbirinin benzeri gibi kareler ama hepsinde ayrı bir renk, ayrı bir güzellik var.

İmam Çağdaş’ta bir kıtır lahmacunu da mideye indirdikten sonra tatlı niyetine baklavası meşhur Koçak Baklava ve şöbiyeti meşhur Zeki İnal’a düşüyor yolumuz. Özge baklavacı, ben şöbiyet sever. Yeme faslını kapatmamız lazım yoksa bir günde 2 kilo alıp döneceğiz eve. Bu esnada hiç kahve içmediğimizi fark ediyoruz. Daha vakit var, meşhur Tahmis Kahvesi’ni de görmeden dönmeyiz. İsteyenler nargile içiyor, isteyenler okey ya da tavla oynuyor. Gece 12’ye dek açık, sosyal bir buluşma ortamı adeta. Menengiç kahvesi pek meşhur, sorarsan Dibek kahvesi de öneriyorlar. Bir de zahter çayı var ki onun içeriğini duymuş olmama rağmen denemeye mecalim kalmıyor. Antep’e bir gün yetmez, iki gün lazım diye mırıldanıyorum. Zahter bitkisi adı verilen bir bitkinin sıcak suya demlendiği , sindirimi kolaylaştıran bir çay. Aslında bana tam da o an lazım olan şeymiş ama bir dahaki sefere artık…

tahmis-kahvesi-dorikus

Buraya gelip de göremediklerim de var elbette. Daha çok yeme içme gezisi, yanına tarihi kültür yürüyüşü gibi oldu bu sefer. Bir dahaki geziye ;

–          Yaklaşık 300’den fazla çeşidin olduğu Gaziantep mutfak yemeklerini anlatan Emine Göğüş Mutfak Müzesi’ni,

–          Fırat nehrinin kenarındaki Rumkale’yi,

–          Büyük Antep Kalesi’ni,

–          Medusa Cam Eserleri Müzesi’ni bırakıyorum.

Favori seyahat sitelerim

Seyahate çıkarken planlama yapmak ayrı bir keyif benim için. Bugün de en çok faydalandığım kaynakları, seyahatle ilgili web sitelerini yazmak istedim. Okuyanlar için faydalı olabileceğine inanıyorum.

Seyahate çıkmak için hiçbir fırsatı, bahaneyi kaçırmıyorum desem yeridir. Bütçesi, zamanı ve ailemle ilgili koşulları da ayarladıktan sonra, tavsiyelere göz atıyorum. Dikkat ettiğim bir iki nokta var.  Çok fazla turistik öneri ilgimi çekmiyor. Turistik derken kültür, sanat, tarihi özellikler içerenleri kast etmiyorum. Müzeler, tarihi ve dini yapılar, o ülkenin geçmişini anlatan en iyi gezi noktaları. Farklılık aradıklarım alışveriş, yemek, fotoğrafçılık, sokak pazarları gibi kişiye özel keyifleri içerenler. Bana göre de bunları en iyi o bölgenin yerli halkı biliyor. Gittiğim yerlerde kafe ve restoranlarda sohbet etmeye, kahve içerken garsonlar ve servis elemanlarıyla iletişim kurmaya çalışıyorum. En iyi önerileri bu sayede aldım diyebilirim. Hem zamandan hem ödediğim paradan kurtardığı çok oluyor.

Yola çıkmadan tavsiyelerine güvendiklerim ise aşağıda sıralayacağım gezginler, seyahat profesyonelleri, blog yazarları ve lokal yazarlar:

  • 10best.com : Amerika kökenli yazarların açtığı bir site, dünyanın diğer ülkeleri için de tavsiyelerin olduğu, seyahatle ilgili videolara da ulaşabileceğiniz bir site. Periyodik olarak seyahat noktalarındaki kampanyalara ait indirim kuponları da paylaşıyorlar.
  • Skyscanner.com : Bugüne dek kullandığım en başarılı arama motorlarından biri. Uçak bileti, araç kiralama ve otel bulma avantajları var. Seyahat önerileri daha çok turistik içeriklerden oluşuyor ama yine de göz atılabilir. Mobil aplikasyonu da çok başarılı.
  • Cntraveller.com : Conde Nast Traveller kesinlikle ekonomik tatil isteyenler için değil, ama en gözde ve lüks seçenekleri arıyorsanız harika bir rehber diyebilirim. Dergisi de yayınlanıyor ve lokal önerilerinin bazılarını Stockholm’de denemiş, hak vermiştim.
  • Lonelyplanet.com : En sevdiğim yanı dünyanın dört bir yanında gezebileceğiniz lokasyonları lüks-ekonomik-öğrenci bütçesi gibi farklı bütçelere ayırması. Her ay dünyadaki festivaller ve özel etkinlikleri de siteye ekliyorlar, böylece gideceğiniz yerde özel bir etkinliğe katılmayı da planlarınıza dahil edebilirsiniz.

İzzet Efendi Çay Evi

Çengelköy’e uzandı yolum, benim için anısı anlamı hep başka olan bu güzel semte. Kerime Hatun Sokak desem çoğunuz anlamazsınız, anlamlı gelmez size belki. Benim için anısı, acısı yıllar sonra bile sızıdır içimde… Sokağın yukarı kıvrılan yokuşunu ağlayarak kaç defa çıktım ben de bilmiyorum. Yokuşların çıkışı her zaman güzel anılara gitmiyor, ne yazık ki…

Bunca seneden sonra bugün ilk defa o sokağın anlamı değişti benim için. Avrupa seyahatlerinden  minik keselerde satılan aromalı meyve çayları ile dönüyorum eve. İstanbul’da bir “tea house” ziyareti yapmayalı da yıllar olmuştu. Bugün arkadaşımla denediğimiz bu küçük çay evinde enerjimiz tavan yaptı desem yeridir. Üstelik sadece bir çay evi değil burası, 80’den fazla çay çeşidini koklayarak sipariş verebildiğin, yanında sana eşlik edecek arkadaşın yoksa kitapların yardıma koştuğu, çayın hikayesini sevgiyle anlatan ve sana kalış süresi boyunca eşlik eden güler yüzlü çalışanların olduğu bir konuk evi.

Adını 1800′ lerin sonunda Basra valisi olan Osmanlı siyasetçisi İzzet Efendi’den alan mekanın akrabalığını sordum önce. Hiçbir akrabalıkları yokmuş, Vali olduğu yıllarda bahçesinde çay yetiştiren ve dünyanın dört bir yanından farklı çay türlerini derleyip toplayan bu kişi aynı zamanda bunların hikayelerini içeren bir kitap yazmış. Mekanın sahibi 1878 yılına ait “Çay Risalesi” adındaki bu kitabın basit bir versiyonunun Türkçe’ye çevrildiğini ancak kendilerinin daha kapsamlı bir çalışmaya hazırlandıklarını söyledi. Üstelik İzzet Efendi’ nin torunlarına ulaştıklarını, mekan için onlardan övgü ve teşekkür aldıklarını, bunun da kendileri için çok anlamlı olduğunu anlattı. Çay Risalesi’ nin içinde ” keyif veren çaylar, mevsimlik çaylar, şifa veren çaylar” gibi kategoriler olduğunu öğrendiğimden beri henüz çıkmamış Türkçe kopyasını merak ediyorum.

Çayı burada elle, gözle ya da menüden değil, koklayarak sipariş ediyorsun. Küçük kavanozların üstünde hangi ülkede yetiştiği ve içeriği yazıyor. Çin’den, Hindistan’dan, Mısır’dan, Güney Amerika’dan gelen yaklaşık 80 çeşit çayın arasında kaybolduk önce. Konuya hakim bir “çay uzmanı” nelerden hoşlandığımızı sorarak bize önerebileceği seçenekleri önümüze koydu. Ben sonunda çikolatalı nane çayını seçtim, çikolataya hep düşkündüm zaten. Aroması, kokusu bu satırları yazarken bile halen burnumda tütüyor.

Sonra çayımın hazırlanıp servis edilmesi için kitaplar arasındaki küçük ve samimi masaya geçtim. İçerisinin İngiliz stili çay evlerindeki zerafeti aratmayacak bir ortamı var. Masadaki dantel servisin üstüne küçük bir tea light ısıtıcı geldi. Her çayın yetiştiği bölgeye göre belli bir hazırlanma süresi ve hazırlanınca içine konduğu porselen demlik ile bir kaç dakika bekletilme zamanı varmış. Çay uzunca kaynatılmamalı, taze hazırlanmalı ve servis edilmeliymiş.  Bu süre dolunca çay uzmanı servisini yapıyor, özenle doldurduğu fincanın boşalınca yenisi ile tazeliyor ve sana da tamamen keyfini çıkarması kalıyor. Dileyenler için cheesecake, çikolatalı kek, Balkan böreği, tiramisu gibi tatlılar da var. 3 kişi – 3 demlik çay, bir tiramisu, bir çikolatalı kek için 51 TL hesap ödedik ( 14.4.2016 ) Bence oldukça makul bir fiyat zira her demlikten büyük boy iki fincan çay çıkıyor.

Bir sonraki gidişimde Orange Blossom ya da Milky Oolon çaylarını denemeye niyetliyim.

Gittim, gezdim, denedim, fotoğrafladım. İyi ki açılmışsın Çaycı İzzet Efendi! Yakında online çay satışı da başlayacakmış, harika bir fikir.

Adres: Kerime Hatun Camii Sokak. No:7-A Çengelköy

Tel: 0533 346 15 33

Urla Enginar Festivali

Bu yıl ilk defa gittiğimiz Urla Enginar Festivali’nden not aldıklarımı paylaşmak istiyorum. Geçen haftalarda Alaçatı Ot Festivali vardı, senelerdir gitmek isterim ama hep bir engel çıkar, bu yıl da kaçırdım. Günler sonra İzmir’de olunca bu sefer  yolumuz Urla’ya düştü.

Urla’nın sakin havasında Alaçatı ya da Çeşme’nin turistik yapısı çok fazla hissedilmiyor. Daha çok Ege illerinden gelenlerin yazlık mekanı, İstanbul ya da Ankara gibi büyük şehirlerden kaçan emeklilerin tercihi gibi. Önce sahil tarafına, İskele ve Çeşmealtı bölgelerine gidiyoruz. Sonra Enginar Festivali’nin tam lokasyonunu öğrenip merkeze geri dönüyoruz. Bize tüm bu seyahatte Avis Türkiye’nin desteği ile eşlik eden aracımızı bir ara sokağa park ediyoruz. Enginar Festivali yüzünden her yer kalabalık, yola yürüyerek devam edeceğiz.

İlk durağımız Sanat Sokağı. Enginar Festivali boyunca seramik, cam, patchwork işlemeler, takı ve aksesuar standları kuruluyor. Çocuklar için oyuncaklar, büyükler için çeşit çeşit el emeği ürünler var. Ayça bir bileklik, ben bir çift küpe alıyorum. El emeği işlerin çoğunda enginar teması, canlı boncuklar, boyamalar dikkati çekiyor.

Onlarca sanat galerisine ve atölyeye girip çıkıyoruz. Bazılarını gezmek, bazılarını fotoğraflamak çok eğlenceli geliyor. En sevdiğimiz şeylerden biri de dükkanların festival boyunca gelen misafirlerine zengin ikramlarla hoş geldin demesi. Girişteki büyük birer masaya, büfeye yerleştirilen ikramlardan herkes alabiliyor, izin almaya gerek yok. Ne bir itiş kakış, ne de sıra var. Herkes keyifli, herkes saygılı.

My Stone Home Art sergisi en beğendiğimiz mekan oluyor. Seramik ve taş sanatçılarının el emeği ürünlerle açtıkları bu sergi bir ev havası yaratılmış atölyede ve bahçesinde gezilebiliyor. Tanımadığımız insanlarla birbirimize gülümsüyor, kendimizi ürünlerin önünde hayran hayran seyrederken buluyoruz .Bayıldığım bu aynayı fiyatını umursamadan alıp evime getirmek istiyorum, o derece beğendim.

Antikalara alıcı gözüyle değil, sadece beğeni gözüyle bakan biri de olsanız Eflatun Antik sizi sarıp sarmalıyor. Sanat etkinliklerinin yıl boyu devam ettiği bu mekanda eski eşyaların zarifliği, renkleri, zamana karşı güçlü direnişi hoşunuza gidiyor. Eski Rum evlerinin içine kurulu hepsi, güzel minik avlulara, taş duvarların içinde yaratılmış minik bahçelere açılıyor. Gezdikten sonra, gel de bir dinlen, nefes al diyor sana.

Sanat Sokağı’nın ayrı bir havası var. Sanat ürünlerini gezerken satın alabilir, ayak üstü ikramlar ya da uzun oturmalı kafe ve restoranlarda vakit geçirebilir, ünlü sanatçıları yakaladığınızda oturup sohbet edebilirmişsiniz. Sanki günün keyif saatlerini paylaşmak için yaratılmış bu alan.

Sokağın orta alanında ve diğer tüm ara sokaklardan duyulabilecek şekilde sokak grupları müzik yapıyor. Sıcaktan etkilenip birer smoothie alıp yolumuza devam ediyoruz. Adı Enginar Festivali olunca satıştaki ürünlerin bazıları da enginar ile yapılan soslar, porsiyonla alınabilecek yemekler haliyle. Ben küçük bir kavanozda enginar sosu alıyorum. Kızarmış ekmek üstüne sürüp çıtır çıtır yeniyor, harika gerçekten. İsteyenlere kilo ile kargo siparişi yapılacağı sözünü alıp tezgahtan ayrılıyoruz.

Cumhuriyet Meydanı’na yakın alanda ve Malgaca Pazarı’nın içinde yurt dışından ve yurt içinden mutfak şeflerinin düzenlediği yemek atölyeleri yapılıyor. Ana yemek elbette hep “enginar” ama başka zeytin yağlı yemekler de var. Tadım günü için sıraya girmiş herkes, Malgaca Pazarı içinde kenarlara sandalye ve masalar dizilmiş. Yorulan bir soluk alıp, tadım keşfine devam edebiliyor.  Mutfak sohbetleri, yemek kültürü hakkında fikir paylaşımları yapılıyor. Malgaca Pazarı da ilginç bir mekan, tarihi ve otantik bir havası var. Her Cuma günü kurulan ve “ Mal kaça?” söyleminin ağız değiştirerek ismini verdiği bu halk pazarı da görülesi bir yer.

Öğle yemeği saatinde Malgaca’nın hemen girişinde sağda yer alan Beğendik Abi restoranına giriyoruz. Bilmeden girdiğimiz bu mekan en ünlü yerel lezzet duraklarından biriymiş, sonradan öğreniyorum. Mevsiminde yapılan ünlü pirinçli enginar dolması, kabak çiçeği ve dolmadan oluşan zeytinyağlı büfemiz iki kişiye oldukça doyurucu geliyor. Açık havadaki bahçesinde dinleniyoruz, bu mola çok iyi geliyor.

“Bu yıl yapılan Urla Enginar Festivali’nin son günündeki “longtable “ yemeğinin geliri Urla Koruncak Vakfı’na aittir.”  diye bir afiş görüyorum. Biz son güne kalamadığımız için deneyimleyemedim ama inşallah geliri yüksek, katılımı bol bir etkinlik olmuştur, çocukları da bu festival zamanı unutmadıklarını görmek güzel.

Legoland Almanya

Günzburg’da kurulu Legoland Deutschland tema parkı, Münih seyahatimizin esas noktasıydı diyebilirim. İki ay öncesinden alınan biletlerimiz, benim son haftalarda karşıma çıkan yeni gelişmeler, Ahmet’in geliyorum, gelemiyorum güncellemeleriyle beraber sonunda attık kendimizi Almanya’ya. Bu yazıda sadece Legoland’den bahsedeceğim, Münih’te anne oğul sevdiğimiz aktiviteleri de ikinci bir yazıda paylaşacağım.

Lego sevilmeyecek bir marka değil. Eğiten, öğreten, el becerisini ve hayal gücünü zenginleştiren , geliştiren bir oyuncak. Oyuncak sektörünün kendini bu kadar güncelleyen, çağın karakteristik diğer kahramanlarına da uyarlanabilen başka bir oyuncağı yok bence. Disney dünyası Lego’nun yanında zayıf kalıyor. Star Wars, Ninjago, Lego City, Duplo, Lego Friends, Knights Kingdom gibi çeşitli temaları farklı yaş gruplarının gözdesi. Doruk da 1 yaşından beri hemen hemen her kategoride oynuyor. Lego Architect serisi profesyonel mimari için kurgulanmış, onu bile oynuyor. Evin her köşesinden incik cıncık  bir parça çıkıyor, bazen bayağı bunaltıcı olsa da idare ediyoruz. Son iki yıldır baba oğul ortak eğlenceleri de Star Wars ve Ninjago serileri. Ben bunlarla pek eğlenemiyorum, gel gör ki karşı cephem çok kuvvetli.

Yeni ürünleri görmek, bana aldırabildiği kadar çok lego aldırmak için uçağa bindiği andan beri çok heyecanlıydı. Münih’e vardığımız ilk gün yarım günlük şehir turunu zor tamamladı. Hava durumu aplikasyonuna bakıp” Güneşli olan tek gün üçüncü gün, o gün gitsek?” ricalarım işe yaramadı. Haziran ayında bile olsa, hava 23-24 derece ama yağmurlar kesilmiyor. Çocukla seyahat için çantada bir yağmurluk ve şemsiye olması faydalı olur. Ayrıca Legoland’ in bir tema park olduğunu unutmamak, su ve kaydırak ağırlıklı aktivitelerde ıslanma ihtimalini göz önünde tutmak, ıslansa da kolay kuruyabilecek sandaletler giymek, birkaç set yedek kıyafet almak işe yarıyor. Güneşli zamanlarda şapka, yüzü koruyacak mineralli bir güneş kremi de çantada bulunsun.

Konum : Legoland Tema Parkı konum olarak hem Münih’in hem de Stuttgart’ın ortasında kalıyor. Arabayla ikisinden de yaklaşık 2 saatlik mesafede. Almanya’nın içini araç ile geziyorsanız ve kalabalık bir grupsanız araçla gitmek daha mantıklı. Alman otobanları sürüş keyfi, düzen ve yön tabelaları açısından zengin bir deneyim sunuyor. Biz sadece iki kişi olduğumuz ve gezimizi Legoland + Münih olarak belirlediğimiz için Münih Merkezi Tren İstasyonundan( München Hauptbahnhof )  kalkan treni tercih ettik. Bineceğiniz tren Münih – Günzburg seferi. Tren saatleri için istasyon içindeki DB Lounge’da görevliler size yardımcı oluyor.  Bu mevsime şehirler arası yol yapım çalışmaları olduğu için bazı seferler 5-15 dakika gecikmeli olabiliyor. Buradaki tavsiyem ; ulaşımın 1 saat olduğu seferlerden birini seçmeniz. Diğerleri ortalama 1 saat 40 dakika ya da 2 saatten biraz fazla sürüyor. Web sitesinden gidiş dönüş alırsanız kişi başı 7-8 Eur daha indirimli oluyor. Linki burada.

Trenden inince hemen istasyon önünde bekleyen özel Legoland otobüsü var, 118 A numaralı, bununla 10 dakika sonra tema parka varmış oluyorsunuz. Tren biletinizi ya da Legoland biletinizi göstermeniz gerekiyor ki şöför ücretsiz olarak sizi Legoland’e götürsün. Bu otobüs seferi 20 dakikada bir tekrarlanıyor.

Legoland’e giriş : Her yetişkin ve çocuk için ayrı bilet alınıyor. Turizm ofislerinden alabileceğiniz gibi, gitmeden önce Legoland’in web sitesinden ya da tema parkın kapısındaki gişeden de alabilirsiniz.  Biletler birbirinden farklı kategorilerde. Mesela diyelim ki bugün aldınız bugün gideceksiniz, ya da bugün aldığınız önümüzdeki bir yıl boyunca giriş çıkış yapmak için geçerli olacak, ya da bugün aldınız ama birkaç gün içinde giriş tarihiniz netleşecek. Bunun gibi tarihinizin net olmadığı durumlarda fiyatlar farklı. Ben hava durumuna güvenemediğim için girişi belli olmayan seçeneği almıştım. İyi ki öyle yapmışım, oğlan Cuma’yı istemem diye tutturunca yağmurlu da olsa bir gün erken gittik. Aksi takdirde Cuma diye aldığım bilet geçersiz olacaktı.

Hafta içi çok kalabalık olmuyormuş, özellikle okullar kapanana kadar. Ancak yaz tatilinde ve hafta sonları kuyruklara takılmak istemiyorsanız en mantıklısı bileti online almak ve mutlaka çıktısını ya da aplikasyonla barkodunu yanınızda taşımak. Kapı girişinde bunu gösterince sırada beklemeden içeri alınıyorsunuz. Parkın saatleri, koşulları, aktiviteler ve dahası web sitesinde yazıyor.

Tema park : 3-6 yaş ve 7-13 yaş düşünülerek aktivite parkları oluşturulmuş. Ağırlıklı olarak 122 cm ve sonrası için daha çok seçenek var. Kaydıraklar, parkın çevresinde dolaşan Lego treni, Lego Arena, korsan gemisi ve su kaydırakları, hayvanat bahçesi, Hyundai sponsorluğunda hazırlanan trafik okulu, Star Wars, Ninjago, Warriors, Lego X-Treme temalı oyun alanları, tırmanma parkurları, Lego şatosu derken girdiğiniz her parkurda bazen bir saatten fazla kaldığınız da oluyor. İstediklerinizi tekrar tekrar katılabilirsiniz sınırlama yok. Aşırı bir kalabalık ve aktivite parklarında uzun kuyruklar da olmuyor. Alan zaten 44 hektar kadar. Benim en beğendiğim köşelerden biri 1 milyondan fazla lego kullanılarak ve lego tasarımcılarının yaklaşık 4902 saat çalışarak kurdukları mini lego şehirleri oldu mesela. Almanya’nın büyük şehirleri gibi simgesel yapıları olan Paris, Venedik, Amsterdam gibi şehirleri de içeren, bizim Miniatürk’ün benzeri. Kahvemi alıp, göz ucuyla kenarda oynayan çocuğumu seyrederken bir yandan da Hamburg limanını ya da Venedik’in kanallarını seyredebilmenin keyfini sürdüm.  Elbette içerideki her nesne legodan yapılmış değil, mümkün de değil zaten ama legoyu olabildiğince çok kullanmışlar. Çoğu legodan yapılma nesne teknolojinin , bilgisayarların sayesinde hareket ediyor, ses ve müzik yayını yapıyor mesela.

Yeme – içme : Farklı dünya kültürlerinden gelen insanlar için beslenme alışkanlıklarınızı düşünerek çantanızda atıştırmalık gıda da bulundurun derim. Legoland Deutschland’da Star Grill restoranda enternasyonel mutfak var, ağırlıklı olarak hamburger, pizza, salata, et ve tavuk yemekleri bulabilirsiniz. İkinci restoran Çin mutfağına ait, diğeri kadar rağbet görmüyor ama iyi bir alternatif bence. Bunun dışında irili ufaklı farklı lokasyonda karşınıza çıkacak kafeler var. Kek, kruvasan, sandviç, sosis, muffin, kahve , meşrubat ve çay  alabileceğiniz yerler bunlar. Bunlardan yemek istemiyorsanız yedekli gidin ya da bence en iyisi bir günlüğüne kendinizi de çocuğunuzu da serbest bırakın, yemeğe çok takılmayın  ve eğlenceye odaklanın. Fiyatlar ortalamanın biraz üstünde, aşırı değil. Neredeyse her köşeyi döndüğünüzde karşınıza bir dondurmacı çıkıyor. İçeride herkes bol bol dondurma tüketiyor doğrusu.

Alışveriş : İlginç bir deneyim oldu, ben bir gün önce süpermarketten su, kuruyemiş gibi ihtiyaçlarımızı alıyordum ki Doruk lego standını gördü. Ertesi gün gidecek olmamıza rağmen alıp odada oynayabileceği bir kutuyu talep etti. 32.99 Eur idi, uzatmadım ve aldım. Ertesi gün Legoland içinde aynı kutuyu gördüm, fiyat aynıydı. Yani Almanya içinde çok da özel bir fiyat farkı yok ancak çıkışta turnikelerin yanında Tax Free bölümü var ve turistler formu doldurtup iade alacakları için biraz indirim olacaktır. Bir de legolarda eski ve yeni sezon ürünlerinde mağazalarda bulabileceğinizden farklı seriler olabiliyor. Lego Butik ise kesinlikle dışarıdan yüzde 10-20 oranında pahalı. Hava soğuyunca ve tema parkta ıslanınca yedek bir sweatshirt almak zorunda kaldım, ticari markalı ürün olduğu için gereksiz pahalı geldi bana mesela. Tüm alışverişlerinizi çıkışta yapmanızı öneriyorum zira onların poşetleriyle içeride gezilmiyor, aktivite sahalarında zorlanırsınız.

Konaklama : Yine Legoland’in web sitesinden görebileceğiniz gibi içeride kalmak için resort sistemi kurmuşlar. Otel odasında ya da gerçekten sevimli ancak küçük ve ahşap bungalovlarda kalabilirsiniz. Fiyatları  pahalı gibi ancak içeride 2-3 gün kalacak ve çoklu giriş kartı kullanacak olan aileler için, ya da çocukları tek başına içeride dolaşabilecek yaşta olanlar için uygun bir tercih olabilir. Resort fiyatlarına içeri giriş indirimli ya da dahil seçenekleri var. Ya da ikinci bir tercihle, Günzburg’da Legoland’e yakın ( 1-20 km mesafede değişen ) otellerde de kalabilir, otobüsle tema parka ulaşabilirsiniz. İlk kez Legoland’e giden Doruk için sabah 11’te girdiğimiz akşam 5’te çıktığımız günlük giriş yeterli geldi. Bence içeride konaklama çok da gerekli değil.

Özetle, Almanya’nın yakın şehirlerinden birine geldiyseniz buraya da uğramanız gerek diyorum, çocuklar bayılıyor.